Bir döngü var ki; kırdığımız an hepimizin ruh sağlığına iyi gelecek.
Çocukların hiçbir şey bilmeden dünyaya geldiğini ve yetişkinler olarak onlara öğretmemiz gereken şeyler olduğunu düşünüyoruz. Hiç birimiz çocuklarımızla gerçek ilişkiler kurma yoluna girmiyoruz. Aslında bu tanımı da bilmiyoruz. Hepimizin ‘’öğretme’’ kaygısı var. Sınır koyarken, yemek yerken, uyurken, koşarken ve hatta oyun oynarken bile çocuğumuza müdahale etmeden durabildiğimiz bir an yok.
Çünkü çocuk her an yanlış yapma potansiyeline sahip bir canlı ve biz de yetişkinler olarak onlara ‘’öğretme’’ ile yükümlüyüz.
Öte yandan her şeyin doğrusunu bilen ebeveynler, yine meseleleri çocuk olduğunda yoğun kaygı yaşıyor ve iyi ebeveyn olmakla ilgili kendilerini devamlı tartıyor, sorguluyor ya da suçluyorlar. Ve bir otoriteye bağlı kalarak, belirli bilgi kaynaklarına göre ebeveynliklerinde yaptıkları hataları değiştirmeye, kendilerini değiştirmeye çalışıyorlar. Çünkü onların zamanında da ‘’otorite’’ her şeydi.
Yetişkin olup hataları azaltarak ve yapılmaması gerekenler listesini ezberleyerek ‘’kendi iç sesimizi kaybetme bedeli’’ni ödedik.
Yaratıcılığımız ve değerlerimiz ebeveynimizinki kadar oldu.
Ebeveynlere hatalar yapın diyoruz. Zaten yapıyorlar da. Çocuklarınıza da söyleyin. Çocuğunuza karşı da bazen hata yapacaksınız elbette. Ama telafi edin. Çocuk sizi cezalandırmaz, size küsmez, sevdiğiniz şeyleri yasaklamaz, sevgisini geri çekmez, sizi azarlamaz, sizi beceriksiz ya da yaramaz diye etiketlemez. Korkmayın.
Çocuklar bizden daha şefkatli.
Eksikliklerimizle insan olduğumuzu ve hatanın dünyanın sonu olmadığını bilirler ama bu bilgiyi biz değiştiriyoruz zamanla.
Hatasından dolayı çocuğu cezalandırmak, kendinizi de cezalandırmaktır. Onun ilişki kuracağı herkesi cezalandırmaktır.
Şimdi size sorum şu; hata yapan yetişkin mi, çocuk mu?