Kimlik şahsi karakterimizdir…
Değerli okurlar. Sürekli olarak sizi kendiniz dışında başka bir kişi olmaya zorlayan bu dünyada asıl olmak en büyük başarıdır.
Bizi biz yapan nedir? Diye sorduğumuzda karşımıza iki şık çıkar, kimliğimiz ve değerlerimiz. Kimliğimiz, fiziksel görünüşlerimiz değildir. Kimliğimiz benliğimiz, düşüncelerimiz, duygularımız, hareketlerimiz ve davranış biçimlerimizdir. Hepsini bir bütün olarak ele aldığımızda kendimiz ortaya çıkarız.
Bu bizim ne şimdiki, halimiz, ne uzun sene sonraki halimiz, ya da birkaç yıl sonraki halimizdir.
Bizim çocukken edindiğimiz kimlikle, gençliğe doğru gittiğimiz ve de olgunlaştıkça edindiğimiz kimlik birbirinden farklılıklar barındırır. Ama hepsi de bizimle değişime uğradıkça, bizi temsil eden en büyük faktör olarak ortaya çıkar.
Yani insan için “kimlik” çok önemlidir. Değerlerimiz, tercihlerimiz, hedeflerimiz, bağlılıklarımız, arzularımız, duygularımız, inanışlarımız ve tepkilerimizin hepsi kimliğimizle ilgilidir. Diğer bir ifade ile, yaşadığımız olaylara anlam verebilmek, hayatın içerisinde kendimizi bir yere yerleştirmek hatta ahlaki ve manevi açıdan nerede duracağımızı bilebilmek için kimliğimizin farkında olmak gerekmez mi?
Birey, içine doğduğu toplumsal kültürün hiyerarşisinin ve ilişkiler dünyasının üzerine oturduğu değerleri ve davranış kalıplarını, dünyaya gözlerini açtığında tanımlı olarak bulur yani doğduğu toplumun içine ilk başta tanımlı bir kimlikle girer ancak sonradan toplumun içindeki belli bir kimlik bağlamı ile özdeşleşmeye karar verdiğinde kendi yaşamını belirler ve ona yön verir.
Aslında kimlikle ilgili bütün bilinmezlikler tek tek kişilerden yola çıkılarak değil de, onların toplumsal sınıflar arasındaki ilişkilerini inceleyerek çözümlenmelidir. Bu noktada sosyoloji, psikoloji veya başka herhangi bir bilim dalı da oldukça önemlidir.
Gerçekler ve yaşanılanlar bizim kimliğimizin oluşumunu sağlar. Eğer huzurlu ve mutlu bir toplulukta yer alıyorsak, bizde huzurlu ve mutlu oluruz. Yok şiddet dolu, sevgisiz bir ortamda yaşıyorsak, kendimizi herşeye duyarsız ve acımasız bireyler olarak yetiştiririz.
Bugün sokakta gördüğümüz şiddet olayları, sosyal medya ve tv ekranlarında gözümüze dayatılan cinayet görüntüleri, tacizler, tecavüzler, kadın cinayetleri, bir birine yan bakma kavgaları, toplumu travmaya doğru sürüklemeye devam ediyor. Bu travmalardan hepimiz nasibimizi alıyoruz.
Küçükken idealist olarak baktığımız hayata, bu kez bir şeylerin değişmeyeceğinden dolayı endişe ile bakıyoruz ve yaşanılanlar bizi de içine doğru çekmeye devam ediyor. Bu kez kendimizle çelişkiler başlıyor ve edindiğimiz kimliğe ters düşmeye başlıyoruz. Kısacası, cinnet geçiren biri haline dönüşmeye başlamamak için bizi biz yapan değerlerimize ve kendi kimliğimize dönüşmeliyiz. Kalın sağlıcakla