Algılarımız Üzerine
Geçen gün denk geldiğim bir gönderide şöyle yazıyordu: ‘’Senin görme biçimin, benim kimliğim değildir.’’
Hayatımızın her döneminde çeşitli travmalara maruz kalıyoruz. Bunlar büyük travmalar (T) ve küçük travmalar (t) şeklinde adlandırılıyor. Görme biçimimizin gerçeklikle bağlantısının kopmuş olması da bir travma tepkisi.
Hepimizin içine doğduğu bir aile var ya da yetiştirildiği bir yer var. Yetiştiğimiz yerin bir dili var. Bu, o yerin anadili. Anadilimizde biz ne öğrenirsek bu bize normal geliyor. Bilinç dışımıza bu dil hakim oluyor. Örneğin; fiziksel şiddet uygulanan bir yerde yetiştiysek, özellikle yaşamımızın ilk yıllarında, ilerde bununla karşılaştığımızda bunun ne kadar korkunç olduğunu biliş düzeyinde bilsek bile, bu bizim normalimiz oluyor. Seçimlerimizi bilmeden (ama bilinç dışından) buna bağlı olarak yapıyoruz. Aslında korkunç normalimizi yeniden ve yeniden yaşıyoruz.
Fakat görme biçimimizin örneği bundan biraz farklı. İçine doğduğumuz yerin bize güven vermesi gerekiyor. Bize birincil bakım veren kişilerin, ulaşılabilir, güvenilir, sevecen, şefkatli olması bizim bağlanma stillerimizde çok önemli. Örneğin; içine doğduğumuz yerde güvende hissetmiyorsak, bize birincil dereceden bakım veren kişi bunu sağlayamıyorsa ya da bir/birkaç/birçok nedenden dolayı güven duygumuz sarsılıyorsa, gerçeklikle bağımız kopuyor. Kişinin gerçeklikle bağı ne kadar kopuksa iyileşmesi de o denli zor oluyor. Hayatı en başta bu şekilde öğrendi çünkü. Anadili buydu.
Kişi şemalarıyla hareket ediyor; ortamı/yaşamı/kişileri güvenilmez olarak kodluyor ve bunlara karşı her zaman temkinli, endişeli ve kendi/çevresinin yarattığı şemalarla hareket eden, bunlarla hayata/kişilere atıfta bulunan bir yetişkin oluyor. Yani, gerçeklikle bağı kopuk olduğu için görme biçimi değişiyor.
Fakat yukarıda yazıldığı gibi: ‘’Senin görme biçimin, benim kimliğim değildir.’’
Dolayısıyla, ‘’Bunu neden yaptı?’’, ‘’Neden bana böyle söyledi?’’, ‘’Beni hiç mi tanımadı?’’, ‘’Neden beni anlamıyor?’’ gibi soruların yanıtları, gerçeği yansıtmayan yanıtlar olacaktır. Bu gibi durumlarda, kişinin olaylara anlam vermeye çalışması yerine durumu kabul etmesi gerekmekte. Günün sonunda herkes kendi kimliğinden sorumludur. Bir başkasının görme biçiminden değil.