Türkiye’de 1950’li yılların ikinci yarısında bugünlerdeki gibi siyasi kutuplaşma çok yükselmiş, iktidardaki Demokrat Parti ile muhalefetteki Cumhuriyet Halk Partisi temsilcileri hem mecliste hem mitinglerde birbirlerine karşı hakaretamiz ve tehditvari söylemlerde bulunmaya başlamıştı. Özellikle 1957 seçimlerinden sonra şiddetlenen Başvekil Adnan Menderes’in otoriter yönetimi muhalefete yaşam alanı bırakmayacak seviyeye gelmiş bunun sonucunda da muhalefet partisi CHP’nin Genel Başkanı İsmet İnönü ve diğer CHP’liler, Menderes’e ve Demokrat Parti iktidarına muhalefetini daha da şiddetlendirmişti. Bu ortamda ülke dışında yaşanan bir olay iki parti ve iki lider arasındaki gerilimi daha da arttırmıştı. Bu olay Irak’ta gerçekleştirilen askeri darbeydi. 1958’de yaşanan Irak’taki askeri darbe ile Adnan Menderes’in çok yakın ilişkilerde bulunduğu Irak Kralı Faysal ile Irak Başbakanı Nuri Said Paşa darbeciler tarafından öldürülmüş, CHP’liler ve diğer muhalif gruplar da bu olayı eleştirilerinde kullanarak “ibret alması” için Başvekil Adnan Menderes’i “uyarmıştı.” Bu olaylardan sonra Menderes de bir mitingde İsmet İnönü ve CHP’liler için, cumhuriyetin ilk dönemlerindeki idamları hatırlatarak “idam sehpalarında can verenlerden ders alsalar ya” şeklinde bir açıklama yapmış, bu açıklamaya karşılık İsmet İnönü de “sehpalar bir kez kurulursa nasıl işleyeceğini kimse bilmez” yanıtını vermişti. Nitekim bu açıklamadan 3 yıl sonra dönemin Başvekili Adnan Menderes, Maliye Vekili Hasan Polatkan ve Hariciye Vekili Fatin Rüştü Zorlu 27 Mayıs 1960 darbesi sonrasında yassıadada kurulan mahkemelerin verdiği kararlar sonucunda idam edilmişti.
O dönemki yargılamalarda hukuk açısından fecaat denilebilecek yanlışların yaşanması, olayların hukuki olmasından ziyade politik olması nedeniyle, Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakan ve Bakanlarını idam eden bir ülke imajına sahip olmasına engel olamamıştı. Bu olaydan sonra Türkiye’de idam sehpaları birçok kez tekrar kuruldu ve birçok mahkumun cezası infaz edildi. İdam cezası alan ve bu cezası infaz edilen son kişi ise yaşa dışı terör örgütü üyesi olduğu ve 3 polisi öldürdüğü hükmedilen Hıdır Aslan oldu. Hıdır Aslan, Kenan Evren’in Cumhurbaşkanı, Turgut Özal’ın Başbakan olduğu 1984 yılında idam edildi. Bu tarihten sonra idam cezası infazı gerçekleşmeyen Türkiye’de 2005 yılında idam cezası Avrupa Birliğine uyum yasaları çerçevesinde kaldırıldı.
AKP iktidarında tamamen kaldırılan idam cezası dönem dönem, özellikle terör, tecavüz ve canavarca hisle adam öldürme gibi toplumsal şiddet olayların yaşandığı dönemlerde, ülkenin gündemine gelmiş ama özellikle Avrupa Birliği ile ilişkiler nedeniyle iktidar bu konuda bir adım atmamıştı. Fakat iç ve dış politikada yaşanan bazı gelişmeler AKP iktidarının AB ile ilişkilerini etkilemiş ve AB, AKP için ülkede alınan kararlarda bir ölçüt olmamaya başlamıştı. Bu durumun son örneği AKP’li Grup Başkanvekili Cahit Özkan’ın açıklamalarında görülmüştü. Geçen günlerde MHP lideri Devlet Bahçeli idam cezasının tekrar getirilmesi yönünde bir açıklama yapmış, AKP Grup Başkanvekili Cahit Özkan da “Vatandaşlarımız idam cezası istiyorsa, biz de TBMM’de gereğini yapmak zorundayız” şeklinde açıklama yaparak parti olarak Bahçeli’nin söylemine olumlu yaklaştıklarını göstermişti. AKP ve ortağı MHP’nin temeli ekonomik kriz olan bir yönetim krizini çözmeye çalışmak yerine halkın belirli bir kısmının taleplerine yanıt vermek için böyle popülist politikalara yönelmesi ülkedeki krizleri çözmeyeceği gibi başka krizlerin de doğmasına neden olabilir. Türkiye gibi hukuk sistemi hala sorunlu bir ülkede idam cezasını tekrar getirmek telafisi mümkün olmayan hatalara (örneğin Türkiye’de idam cezası olsaydı, daha sonra düzmece olduğu ortaya çıkan Ergenekon ve Balyoz davalarında birçok sanık idam cezası alacaktı.) yol açabilir. Ayrıca İsmet İnönü’nün de dediği gibi yargının siyasallaştığı bir ülkede sehpalar bir kez kurulursa nasıl işleyeceğini kimse bilmez. 2020 yılında toplumsal şiddete çözüm olarak ölüm cezası değil daha eğitimli, bilinçli yurttaşlar yetiştirme konusu konuşulmalıdır.